14 Mayıs 2009 Perşembe

Yılmaz Odabaşı-FERİDE

FERİDE

sunu:
'istasyonda konuşan iki dilsizdi onlar
ayrılığı söyleyen kara gürütülerde
şaşkındır buralarda ayrı düşmüş aşklar
kış'ın ve silahların beyaz serinliğinde

_l. Aragon

k(adın):feride
uyruğu:dünya;
dinin yok,dilin var
ve sonrasını ben bilirim

aynı yağmurlardan kaçarken bir saçağa düştük önce;
sonra gece;avluda bir kırık dal dursa üşür feride
tarihini düşünmedim,düşünmedim,ama tenimiz tanışır
ama tenimiz tanışır önce
ve terimiz...
o benim avradım olur gecelerce,günlerce;
sonrasını...sonrasını ben bilirim...

geceye yağmur inerdi işte böyle sicim gibi,ipince
giderek soğuyan dünyamıza kanat vururken kuşlar
ve hüzünle şaşırırken yolunu yitik yıldızlar,
feride,bir destan gibi yürüdü ömrünü
akmaya yaraşırken sular...

sonra sular sulara,günler günlere vururdu ve hayat onu da,
beni de hem ne kötü vururdu;hayvan gibi vururdu hayat,
küfür gibi,namlu gibi vururdu...sonra feride geceler boyu
uyurdu.ileride unutulmuş bir Allah kendini doyururdu
ve susunca feride,yeryüzü boğulurdu...
yeryüzü yüreğimdi biraz da ,kurudu... kurudu...

ben onu dilsiz ve dipsiz biçimlerden çaldım kimselere
kimselere bırakmam

öpüşlere sararım,gidişlere sorarım
kimselere...kimselere bırakmam!
feride başak kokar,esmer başak
gözlerini hep s(aklar) utanırken
sonrasını...
sonrasını ben bilirim.
günler turşu kıvamındaydı;şarkı söyler ,rüzgar giyerdik akşamları.masamızda hep
ucu karanfil dururdu;yaralarımızı sarardık,sorardık ihtilal dönüşleri,infazlara
sayardık...

kadınlar ve erkekler kendi aybaşlarındaydı:gelinler su başlarında,
şoförler direksiyon,gerillalar silah başındaydı.bitmezdi tükürdüğüm savaşlarda 'a
poletleri büyük beyni küçük generallerin!orospular sızardı gecenin yırtmacından
yırtmaçların tenine küfür dolardı
ve küfür yazardı gazeteler
geceler küfür kokardı/ alkol ve sperm
günlerin yaslı yüzünde kirli kan
ve peçeteler...

peçetelerde günler turşu kıvamındaydı
faşizm kıvamında işkenceler
bir uzun yol şoförü yolları
yolları Feride’yi andığım gibi anardı
geceye devriyeler dolardı

ne o
kimliksiz miydik?
feride hınca hınç grevdedir tek tip insan pazarlarında;
dağlara atarım,bulutlara katarım onu kimselere
kimselere bırakmam!

kül gecelerinden çalarken onu ateşlerin içinden
bastım bağrıma üzüm suyu damıtır gibi
sarar gibi ağrısını ışık kanatlı bir güvercinin

dirildim,dirilttim onu kimselere bırakmam
kimselere!

sonra tenini tutkuladım avuçlarımda
mühürledim dudaklarını ateş kızıllığında
kattım onu yasak şarkılarıma,kitaplarıma
Feride’yi şiir saydım biraz da...
nisan'ın kızıdır feride;bundandır nisan güneşi sinmiştir tenine ve kokusu
otların,kırlangıçların...
dağları uyutur koynunda kavgalara gidince;sonra aşk olur,
kadın olur bana gelince...ki aşkın saati,gömleği,takvimi yoktur;uçarı bir rüzgar
gibidir ansızın ne yana
dönse yüzümü ufka çeviririm.
sonrasını...sonrasını ben bilirim...

feride tütünü türküye banarda içer
yüreğinde bir tufan negatifleri
ölümden gelmiş,kollarıma yakışmış
bırakamam kimselere
k i m s e l e r e !

feride şiir huyludur,gül kokuludur
gül kokuludur gözleri ile gözlerime dokunur

dokunur

vaay!
o aşklar ki hayatın teninde sonrasız bir oyundu
dağıtınca bir yangının alanında süngüler
birileri anlatmaya koyuldu

'(...)bu gün kimse konuşmuyor(eski söylediklerini yinelemeyenlerden başka),çünkü
dünyayı sürükleyen kör ve sağır güçler,öğütleri,haber vermeleri,yalvarıp
yakarmaları dinleyeceğe benzemiyor.şu son yıllarda gördüğüm bizde bir şey kırdı.bu
şey,insanın güvenidir;o güven ki,insanlığın dilini konuştuk mu bir başkasından
insanca karşılık göreceğimize inandırır bizi(...)insanlar arasında sürüp giden uzun
diyalog bitti'...
-A.camus-

(herkesin bir feridesi vardır bilmez miyim
herkesin bir ayakkabısı gibi birde şarkısı
herkesin bir kimsesi vardır bilmez miyim
bir de kimsesizliği..)

gözlerimle gözlerime dokunuyorsun
bir bilsen o an gözlerim oluyorsun
kaçalım,beni gören sen sanacak

görüyor musun dağlara dokunuyor insanlar
giderek dağlaşıyorlar
görüyor musun adınla başlıyor her şey
karın eriyişi,yağmurun dirilişi
özlemenin ilk harfi,gücün hecelenişi

adınla!
adınla her şey :şarabın dökülüşü,sesimin eskimeyişi...
ben ise sana abanıyorum
büsbütün aşk kesiyorum...

yenile, yenile bana abanıyorsun sende
ateş kesiyor dudakların
saçların iri bir tutmak oluyor bu yangın yerlerinde

ben nereye gitsem biraz senden gelirim
ardımdan kuşlar ve uykular gelir...

feride
ey yaar!

gelip bana çıkıyor bu kent
ben kentlere çıkıyorum
kentler kent olmadı feride
bir türkü tutturup açabilmeliyim anlımı
gecelerinde

güne koşarken çocuklar güne erkenden
ya deniz yada dağ kokmalı yolları

çocuklar çocuk olmalı
aç bakmalı sevgiye
çocuklar bazen bir ülkedir
gözleri gök(yüzünde)

ter ve güneş kokarken işçiler evlerinde
herkes gibi olmalı,adı gibi
yoksa sonumuz olur feride
utanır rüzgarlar hak edilmiş iklimlere

çarşılarda kalabalık yürüyor
sanki top yekün bir ülke toprağın şiddetinde
ansızın o kalabalık soluyor faili meçhul'lerde

(bu kalabalık ölmese
aşk,
önce!)

çarşılarda kalabalık yürüyor
her yanım kalabalık ve kabarık
duramıyorum böyle
çarşılara abanıyorum bende

-gülüşleri,konuşmaları,oturuşları nerde?
hani çocuklar mavi esintilerde?
bu kanlar da ne?

bir bilsen o an gömleğimi parçalıyorum günün orta yerinde
çatırdayarak kopuyor düğmelerim
suçlular nerde?

bıyıklarımı kemiriyorum,bitiyor
çekip koparıyorum saçlarımı
bir bilsen ter damlıyor yüreğimden yerlere
bileklerim kesilmiş,damarlarım dökülmüş caddelere

çarşılara abanıyorum işte
çarşılar yalnız,çarşılar yalan
çarşılar bana abanmıyor feride...

keder bile yıkar bendini
yağmur iner,gök boşaltır içini
büyür
mü benim yüzyılım
b e n i m y ü z y ı l ı m h a n i ?

çoğaldım ve bir soruyla dolaştım sokakları
bir soruyla açıp her sabah penceremi
benim yüzyılım hani?
benim yüzyılım hani?

sonra susamışlık oldum gitgide
ağlamışlık,kanamışlık birdenbire
artık bütün sularda bir susuzluğum
yankısı yok sesimin caddelerde
'bir yudum diyorum sonra bir yudum,
halkım!'
çarşılara abanıyorum işte
çarşılar yalnız,çarşılar yalan
çarşılar bana abanmıyor feride...

artık böyle başlar gün:gün tomurcuk patlar,bir dal kırılır
apansız.birileri düşer yağmurlara...yağmurlar zamansız...
belki ağzının kıyısı kansız
yarım kalır türküsü;
dağılır ,yiter sesi
anlatılır rüzgarlara öyküsü...

daha önümde ardımda korkunun kokusu
dağlarda kırılan alevin yalnızlığın
vahşetin böğründe zulmün tortusu!

sonra güne koştum ,güne coştum kucağımda dünyaların
türküsü;çıkıp kentin en geniş meydanına boğazımı
gömleğim gibi yırtıyorum:
susmayın!bir şey bilmiyorsanız küfredin,düpedüz
küfredin işte!

bir şey anlamıyorlar bile;o an gökyüzünde dingin bir
bulut,duvarları aşabilen rüzgarlar çarpıyor yüzüme...
(bakıyorum da kanım pıhtılaşıyor
üstüm başım kir karanlık vay balam!)

kapıyı yağmur diye çaldılar oysa

açtık:
k a s ı r g a!

kasırga
kasılıyor
kalarında ülkemin

(bu hep böyle sürmese
aşk,önce!)

sonra bir bilsen teni kan içinde hayatın
eti kan Yılmaz’ın,sesi kan
bir kahve önünde duruyorum
insanlar öylece oturmuş kendilerini turşuluyorlar
tuzsuz...

-dikkat dikkat!
ülkem dolaylarında yatmakta olan insanlar için
.... guruplarında kan
aranmıyor!

yitirdik infazda günlerimizi
can aranıyor!can aranıyor!

birden ön masadan üç adam kalkıyor,'kes ulen diyorlar:'-ne canı?can burada
işte!oturmuş pişti oynuyor çayına kahvede!'

utanıyor,çok utanıyorum
benim yüzyılım hani?
ülkem nerede?
arkadaşlar,su su yok mu be !

d(erken)
'kimliğiniz lütfen...'

yerlerde pıhtılaşmış kanların üzerinden
bir uğultu ummanında seslerin üzerinden
çarşılar yalnız kentlerin üzerinden
sessiz...sensiz gidiyoruz feride...

EY KASIRGALARDA OKYANUSLAR ÇİĞİNEYEN GEMİ
AYRILIKSA:VUR SİNEME ÖLDÜR BENİ!'

'...yapılmamış,unutulmuş itirazlar mı vardı?kuşkusuz vardı böyle itirazlar(...)
nerdeydi şimdiye kadar görmediği o yargıç?nerdeydi o yüksek mahkeme?
konuşacaklarım var el kaldırıyorum...'
-f.kafka-

(poliste)
portatif bir hayat
katlanabilir!

belli ki tenimin rengini yitireceğim
ve hayat yitirecek rengini yüzümün sustuğu yerde
korkarak yürürken caddelerde
benim yüzyılım hani?
ülkem nerede?

feride
şimdi yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
çarpıp durayım güvertede gözlerine

(beni böyle bir eller
beni yollar,beni yeller
kelepçeler,hücreler beni
alıp gitmeye
inan ki feride inan
aşk,
önce!)
(gözümü bağlıyorlar;korkma sevgilim!gözümü,
gönlümü değil...)

kanlı karanlık odalarda
beni morartıyor,azaltıyor ve azdırıyorlar
böyle her seferinde,çıkınca,fırında ekmek gibi kabarıyorum
sonra bir çoğalıyor, bir çoğalıyor, bir çoğalıyorum

(bir güzel renk değiştiriyorum;korkma!yürek değil,renk değiştiriyorum sadece..)
ben can,camiler e(zan) derdinde!
kollarım gidiyor önce,ayaklarım ellerim
saçlarım gitmişti zaten,bileklerim gitmişti

biliyor musun bir sen kalıyorsun içimde
yüreğimin alazında biz bize
ağlaşıyoruz sessizce...

(sonra gözlerim açılıyor;korkma!dilim değil,gözlerim sadece...)

(mahkemede)
yurdum,
seni
'devlet
topraklarının
bir
kısmını
veya
tamamını
ayırmaya
yönelik'
ve
gizli'
s e v i y o r u m
dediler
(hapishanede)
buraya gelme feride
bir hançer gibi saplama
savuran gözlerimi yüreğime

yine o öksüz koridor ,yaslı ve yaşlı koğuş
küf ve sidik kokuları yine
ben voleybol oynuyorum bahçede
birikmiş volta borcumu
taksitle,her gelişte ödüyorum

aldırma,bir kedere sevk olunmuş suretim
kadınım,
kardelenim
gülenim!
(bir de sen...sen feride olmasan
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kanmasam
kanmasam mahvolurum kız,mahvolurum!)

ekmeksiz kal da demiştim
içeride
kavgasız ,kadınsız,çaresiz kalma
bunları yazmadılar hayat bilgisi kitaplarında!

olmasam da hey feride tüten geceler
feride,yine tütünü türkiye banar da içer
yüreğimde bir tufanın negatifleri

yazmadılar!

oysaki ben aşka inanıyorum
hep ölüm bu(yurdunuz)
yazıyorum:
ey devlet,
ey tanrı artık o(kulun) yok senin!

ben uçurumlar önünde kendimi kemiren kerem
artık beni kemiren türküler dinlemem

dinlemem
ki rüzgardım
usluca kedere kaldım
yürüdüm,göçebeydim;
yürüdüm,kurşunlandım!
sonra mart kaldım,eylül kaldım ey susmanın çorak iklimi!
yüzüme uzun sürmüş soruşturmalar yorgunluğu
çarmıhlara gerildim,ölümlere tek kaldım...
bu
tufan
ne yana
yana
yana
susmayı dilince
büyümeyi bilincine devşiren çocuk!

(dışarıda)
çıktım
da uyku sızarken gecenin şarkısından
nerede yaralı kuşları yorgun yüzümün
kendi köpüğünü eriten bir denizde?
bileylenen her bıçak kınında çirkin
kınından çık yüreğim, geç mi kaldın geç mi kaldın?

çıktım kanlı karanlık odalardan
elbet çıkarım,çıkacağım!
şimdi dağları aralasan bu akşam üstleri ben çıkarım
kuşları kovalasan,yürüsen yollara göçebe yanım
geceleri kanatsan alnımda yağmur,saçlarım kar türküsü çıkarım!

( ben bu çiçeği bölsem,koklasam sen çıkar mısın?)
bu nasıl yalan yollar ki böyle yürüdüğüm
saçlarımın kokusu sinmiş bu kente
bu gece saçlarından geçiyorum yüreğim ter içinde
sussam yokluğun kan tükürür beynime
geceler büyürse tutsağım sabahlar doldurur yüreğime

çıktım
da kentler kent değildi yine
belki bu yüzden tüketmiş soluğunu şarkılar
kuşlarda gitmiş,keder büyümüş
ama hiç boğulmamış içimizde kıyılar...
(kıyılara varsan ben çıkarım
halkımı tanısan yurtsuz çıkarım!)

kal kendinin anası ol doğur kendini
sonra gel beni doyur büyümeden açlığım

sesim mi
o da büyür sen kaygılanma

gel
bata
çıka
çıkalım
düşe
kalka,
gide dura,güle
ağlaya...

(bana kalsa bir namlunun ucundan rengimi,sesimi alır çıkarım
ben bu şiiri okusam sen çıkar mısın?)
sonra zıbarıp kalmak için yer ayırttım bir palas palas'ta;
oturup fotoğraflarına baktım,yazı makinemin içinde
külleri temizledim.sokağa çıktım,yasak yürüdüm;
üzerime
adını almayı unutmadım...
yollara dokunmadım,kedilere ,camlara dokunmadım;
yıldızlara...
yıldızlara hiç dokunmadım,dokunsam düşecektin...

sonra geceye şiirler okudum,bitti
bitmedin!
bilsen ne çıkar;hem nasıl bileceksin?

(sen bir şeyler bilsen bildiğinden ben çıkarım
çocukluğuma dokunsan öksüz çıkarım...)

şimdi sokaklardayım
sokaklarda...içimim sokaklarına adın yürüdü
adın satırbaşlarında ayrılıkların
oysa ben bu geceyi bilmiyorum, yolları bilmiyorum
unutmayı hiç;

şimdi sokaklar bile esniyor uyumayı bilmiyorum...
yanmamış bir gaz sobasının yerlere dökülmüş artıkları
soluğumu kesiyor. soba boruları kırık camlardan dışa-
riya uzuyor; dışarıda kar, dışarıda rüzgar esiyor; uyku-
suzluğa uyuyorum... dört battaniye aldım üstüme, üşü-
yorum feride; kalkıp şiir yazacağım, ama hep şiir mi
yazılırmış kuşatılmış gökyüzüne?

ben seni. seni diyorum;
nasıl gelirim hangi sokaklar çıkar sokak desene?
yine o gitmelere gitmeden
seni yorumluyor, sana yoruluyorum işte
başka nereye giderim söylesene?

sonra bir bakıyoruz biz kokmuşuz biz bize
taşıdık, taşındık bitti
öpüp durma üç numara tıraşlı kafamı öyle
feride, kız, geldim işte
ağlama, şişmanlarım yine
yine sevişiriz sur dibinde bahar gelince

feride, bu sen misin, nasılsın söylesene?
ellerin...ellerin nerede?
bak, ıssız bir ada gibiyim beni çevrele
beni sar, beni sor, beni ağlat bu gece

üşüyorum bana bir palto bul feride
ya da aç göğsünü ısınıp kalayım öyle
geceler çarpıp düşsün dalgın güzelliğine

gözlerini sil ve bu sevda kadar koyu bir çay tutuştur ellerime
yok, gitme!
gitme, sen gidince sevmek yüreğimde düğümleniyor
özlemeyi yutkunuyorum
sonra pencerene ürkek kuşlar konuyor
şu gök var ya şu gök, birden üstüme çöküyor
yok, gitme
gitme aç göğsünü ısınıp kalayım öyle

diyorum ki bir koluma seni
çıkınca
diğerine ülkemi
gör ki payıma çığlıklar düşmüş ve kül geceleri
benim yüzyılım hani?
çarşılar çarşı mı şimdi?

belki insanlar tenine gül sunmaz diye
kir görmez diye
hasrettir böyle kanla ıslak
ve kire karılmış böğrünün asıl rengine
darda
daralır bir yerlerde...

bana bir ülke getir feride
üstünde masmavi bir gök olsun

saçlarını çöz
sağrılarını ıslak taylar gibiyim
ve tenin senin
doludizgin bir ülke

gözlerimin ortasında
gözlerimin ortası
tenini hatırlat tenime
bana aç vücudunun deltalarını
kadın kokunu ver
sulamak için rahminin kıraç topraklarını

şimdi aşk,
önce!

(bu sensin
ve sensin
bu terin ve tenin ıslaklığı
kal öyle
ısıt gözlerimi gülüşlerinle...)

birazdan kapılar kırılacak belki de
birazdan kapkara bir örtü olabilir gözlerimizde
biz diz kırarken sinesinde sancının
yolunur papatya, deşilir ten ve yara da
çünkü ölmek günleri biraz da
gülmek günleri (de), inadına
gün gülümsemeleri ardında

gün gülümsemeleri ardında
dağlandıkça
dağlaşmak
ve dağları sevmeye yaraşmak
yaraşmaya
yanaşmak günleri...

sen de yanaş kıyılarıma bir vapur gibi
çarpıp durmayım güvertelerde gözlerine...

her gün bir avuç öldüğüm bu cehennemde
el verdiğim kentler vurulacak, vurulacağım
bu yangı kabardıkça çok yanacağım!

farkında mısın infazlara ayarlı saatler yine
bu kabartma geceleri susmak böyle...

caddeye bir taşıt huzmesi düştü görüyor musun
bak bakalım beni mi arıyorlar
ya ad ne geziyorlar gecede yarasa gibi?

bakarken görünmesin göğüslerin pencereden
yollar bir çift gül görmeye alışık değil...

tan atacak birazdan geceyi yırtarak yine
saçların da dağınık, her yanın ter içinde

feride,
sen bu kadar akıllının içinde nasıl
nasıl delisin böyle?

sevdan kıl beni, kaybetme ellerimi
tutmazsam
dağlara çığ düşerken, o çınarlar susarken
tutmazsam kırılır elim
tutmak kirlenir...

ben yolculuğum
sen bildiğim yol gibi
toplayıp ıssızlığa kirlenen eylülleri
geç hiç eskitmeden sevgileri
bazen de çalarak kendime bedenimi
gitmesen,
geçmesem yollar kirlenir...

benden kalan incelikler var sende
ateşimin örsüsün, sana akar ırmaklarım
akar
ve biterim

bitmesek taşarız
bitmek kirlenir...

topla denklerini ürkmeden
külü dök, ateşi yüklen
kentlerde yazısı silik duvarlarsa, bulvarlarsa geçilen
sen, sen ol apansız gelen gece bitmeden
gelmesen söz kirlenir

kime ait ise kucağın
açık tut
ve diri
tutmasan insanlığın kirlenir...

bak sevda bu, tut söz
hem kim var ki böyle sevecek seni?

öpmesem dudakların,
yazmasam şiir
sevişmesem kadınlığın kirlenir...

ve bir gün değil, her gün her şey kirlenir
çalarak bir şeylerin hayattan ve insandan
yeni baştan
yeni baştan

kirlenmeyen tek şey ise
kirdir...

rüzgar
ve kar
kar... yurdumda
bir dal daha kırılıyor rüzgarda
kimseler bilmiyor
o dalı yeşertebilir miyiz feride
baharda?

iki gözüm, kar yağıyor dışarıda
elimden terliyor ellerin
kar yağıyor yoksul gecelerine ülkemin
pencerelerine perdesizliğin

kara kan karışıyor!

kara bin damla kan düşürüyoruz
çoktandır ayaz günleri ülkemin

karda
kar değil,
kan mevsimi

bırak, serseri yağmurlar, darbeci generaller, vizite
kağıtları ve gündelik telaşlar bir an bir yerlerde kalsınlar!
gecenin yüzüne karşı konuşan cinayetlerde ölümdü,
kederdi, hasretti gördüm!
tüyleri dökülen bir kuşun yüreği kadar sıcak
ve bir kez ağzımızdan çıkmış bir küfürdü hayat!
şimdi göç yollarında mısın?
yurdunu mu yitirdin?
örselenmenin yurdu
yok! aşkın yurdu
yok! özlemenin
yok!

daha gece bir keder salkımıyla geliyor; bir salkım da
bizden! yollara çıkmanın yurdu
yok! yürümenin
yok!

şimdi hasret iri gözlü bir çocuktur çırılçıplak kıyılarında
her uçurumun! göç yollarında yurdum yağmadır,kabarık
ve kangren! ömürlerin ömrü
yok! efkarın takvimi
yok!
(yok! yağma, kabarık ve kangren...)

şimdi bir namlu gibi gözlerin
dışarıda kar dinmiş
çamlar gelin...

bak, bir izbe oda düşmüş payımıza
ısrarda çoğalıp, inadına
ışıkları söndürelim
susmasın elim
tenimi tanı
kokumu
ve terimi
bu çığlık bir bıçak olup yırtacaksa geceyi
al, göm göğsüne dağlanmış
suretimi
al da susalım biraz

hep aynı göğe büyürken ellerimiz

bana bir ölüm tarif et feride
yakma cıgaranı
çek şu kibriti de
olur ya
dinamit gibiyim bu gece...

aldırma! bir kerede sevk olunmuş suretim
kadınım
kardelenim
gülenim...

daha yenile yenileme bana abanıyorsun sen de
ateş kesiyor dudakların
saçların iri bir tutunmak oluyor yangın yerlerinde
bırak! çarşılar bana abanmasa da
çarşılara abanacağım yine
yoksa yaşamayı oynamıyorum işte
yoksa bu şiir burada biter feride

çarşıları yalnız, kentleri öksüz
şiirleri yarım bırakmayalım!

kentler kent değilse
parçalanırım yine
gömleğimi boşuna ütüleme
benceğiz, damarlarım dökülsün caddelere
ter damlasın yüreğimden yerlere
çarşılar bana abanmasa da
bırak! ben çarşılara abanacağım yine...

şimdi sınasam
mı gücünü göğe sokulan ellerimin?
sıkıyönetim ''dört ay daha'' olağanlaştı
karanlık koyulaşıyor üstünde çok öldüğüm günlerin

sonra kirli bir duman çöküyor kente
serçelerde sonbahar mahmurluğu...

şimdi porno ve arabesk geceleri bu kentin
ve ölesiye yalnızlığım;
candan geçip Feride’den geçilmez geceleri bu kentin

(bir de sen... sen feride olmasan
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kanmasam
kanmasam mahvolurum kız, mahvolurum!)

sana bir bıçak vereyim rüyalarımı dağıt
bir rüzgar vereyim külümü
bir sevda vereyim kuraklığımı dağıt

biz o yıllar rezil gecelerde üşüdük
hey gidi kirli günler ne çok üşüdük
sıcaklığımı al şimdi bu üşümeleri dağıt

bak, bu kentler yeter bize
sevişmek için de, çıldırmak için de!

kalabalık ol gel yalnızlığımı
gövdemi vereyim gel dağıt açlığımı...

d(erken) yıllar geçer
o herhangi bir gün de akşam olur
akşam olur sen bana bir bardak çay getirirsin
ensenden öperim, o saat bardakta şeker gibi erirsin
sen bir yaz güneşisin bakınca gözlerin bir sevinir bir sevinirsin

yüreğimden ansızın okul çocuklarının trampetleri geçer
tramvaylar, havai fişekler geçer
benim yüreğimde ise hep uzak ki yollar
içinden uzun yol otobüsleri, sessiz ırmaklar geçer
benim ırmaklarım
ırmaklarım benim senin gözlerinden geçer

(biz on ikiden vurulmuş eylüllerde üşüdük
hey gidi kirli günler ne çok üşüdük!)

şimdi ''kaç'' diyorsun da
başka sokağım yok ki
yağmurum yok ki benim!

sokaklar mühürlüdür burada
kalbinde kör bir baykuş telaşı saklar
benim yüreğimde ise hep bir tabur konaklar

kalsam da bu kent beni yaralar
sabahlarıda kederli çocuk gözleri
göğsünde sahte lambalar

sonra bir yağmur
ipince
bir yağmur daha başlar
ölümün taht kurduğu varoşlarda nasıl da kirlenir aşklar...

yorgun bir baş ayrılacak gövdesinden
ve bir kaçak gibi gideceğim bu kentten

dışarıda simsiyah bir geceye çarpan hırçın rüzgarlar
olsun;
siz başka ölümlerde arayın beni
gidiyorum, yollar kollasın kederimi
gidiyorum
bir uzun yol otobüsünün camına düşerek başımı
bir kaçak gibi...

bir baş nasıl ayrılır gövdesinden?

bir rüzgar,
ikliminden?

bir ırmak,
sesinden?

bir şair,
bir şiir ülkesinden?

(her ipi denedim infazıma!)

o kuşlar yine çarpacak o mavinin alnına
o çocuk sekerek yine okul yoluna
kapımı kimse çalmayacak belki
artık uçurdum yüreğimin ıssızlığından ıslak güvercinimi
ömrüm kopacak bir infaz ipi...

belimde bir silah var bu gece dağıtacağım beynimi
bu gece
yine gece
dağıtacağım geceyi birdenbire
damıtacağım yaşamdan rengimi
şu başına buyruk takvimleri, kinleri, kirleri

belimde bir silah var dağıtacağım beynimi
ömrüm koparca bir infaz ipi...

sonra ışıklar ve ıssızlıklar içinde, yeniden
yürüsem de uğultulu bir gençlikle
ömrüm kuşatılır ihtilallerle

her bıçak tenimi
her namlu beynimi sınar

tutuklarken yangınlar acemi dilimi de
bir anı... bir dize kalır belki geride
kirli yaşansa da günler belki evrilir maviye

(ve güzel bir imge
dolanır dünyanın eksenini yine...)

hayat, hep böyle düşünmek, düşmek;
''düşmek'' dedim de
düştüğüm çok oldu biliyor musun?
ve düşürüp bir şeyleri düşündüğüm çok oldu...

ağlar gibi olup
da ağlamadığım;
ağlayamaz gibi durup
da ağladığım, çağladığım çook!

yurtsuzdum, bunu yazdı bültenler de
yurtsuzdum da yeni bir yurt kurdum kalbime
sana bile vize koydum, kimlik sordum feride

(ben feodal bir yaraydım belki de...)

oysa ki iki tufandık seninle
lavlardan ayrı düşmüş iki yanardağ
savrulduk usulca günlerin dargın göğsüne

hani yüzün kar çiçekleri gibi açardı
yüzün sığmazdı öpüşlerime ve hep bir kuytu ararken özlem tüten yüzünde
hiçbir aşkı mevsimsiz yaşamadım
da kaç mevsim aşksız feride...

oysa ki tufandık seninle
yatağını arayan iki ırmak belki de
çoktandır dalgınlığımı düşünüyorum göğsüne
yorgunluğumu ,solgunluğumu bu dar evlere

ve akşamüstleri taşıtların amansızca zırladığı bu kentte
geceler karanlık ,çiçekler uzak ,aşklar dağınık
beni anlamıyorsun!

ve biz seninle soğuklar kadar yoksul
çünkü bir ekmeğin öyküsü ilişmiş kimliğime......
sonra geceler boyu izimi sürdü kan düşmanlarım
ansızın sesimi koyacak yer bulamadım

bir sesim vardı
bas bariton
onu dağlara emanet ettim
duruyor
orada
çapraz asıllı silahların gizli esmerliğinde....

artık gözümü kırpmadan vurabilirim kendimi de;
vurabilirim kendimi bir usturanın katil çeliğiyle
ya da o silik duvar yazıları önünde bir paslı tüfekle!
24.00 sonrası... kanlı karanlık çekilirken rengine
bir namlunun ansızın dağıtacağı beynimi
bırakabilirim bulvarda aç gezinen itlere
ardımdan kan
kan koksun gece!

(bilirim cesedimin üstünde bir dal kırılır ,bir yaprak hışırdar yine;orada 'kime ne'sin
sen;alıp gidesin kendini kendinle....)

ölürsem heceler kalır dişlerimde
ay biter
ise bende biter, ay üşür
ise ölmüşlüğüm kadar üşürüm ben de

kalınca ömrüm ölüme
yalnız!

(zaten yalnızdım...)

(SONRA BENİ İŞGÜZAR TÜRK BEKÇİLERİNE EMANET EDİNİZ...)

yalnızdık dağlara karşı
ya kentlere?
kentler ki tükürsek içinde boğulacaktık
sulara karşı yalnızım

gecenin desenine ay dokununca
yalnızdık
yük ve türkü taşıyan o ipek yollarına bir de...
işte şimdi ay kanar
yoksa başka ne kanar?
ve uzakta, bozkırlarda atlar... atlar... atlar...
atlara yalnızdık!

yalnızdık karanlığa feride...

(şimdi vuruldu bu sevdada bu fısıltıya
çiğnenmiş bir bahçedir artık ömrümüz!)

denizleri özlerdi feride
elleriyle atlasları örterdi
deniz yellerini atlasların

kaldırımlarda 'fosforlu cevriye'ler biterdi, sonra yazlık sinemalarda evde kalmış
kızların çiklet çiğnemeleri; mahallelerin bıyıkları tütün kokan emeklilerin ve renkli
giysileriyle külhan gençleri...

bir de sen... sen feride olsan da !

(herkesin bir feridesi vardır ben bilmez miyim herkesin bir ayakkabısı gibi bir de
şarkısı herkesin bir kimsesi vardır ben bilmez miyim birde kimsesizliği...)

yanmaktan değil, yakmaktan 'müebbedenmen' ömrümde
iri dağlar, güzel kadınlar sevdim yinede
ve bir tutam hırçın gençlikle
yürüdüm takvimlerin amansız büyüsüne
yüreğim hep uçurumlar denginde

(ve hangi renkte olsak ta
kalarak bizi sarıp sarmalayan günlerin asıl rengine
rengarengine...)

benim ömrüm hep beyaza kandı ey 'şarkısı beyaz'
ama hangi beyazı tutsam gri oluyor
sonra boğuluyor
kararıyordu...

hiçbir beyaz
bembeyaz;
hiçbir yaz,
yaz
kalmıyordu!

(bütün griler eskiden beyazdı feride...)

tüketmeden bir sevda ezgilerini bir ünlem olmak varken;
üç mevsim ilk yaza açılırken yeşile dolmak, yerküreyi
uçurumlarda bile sarmaşık gibi sarmak, tek telden her
tele bir akortonmak, dorukların dağlarına tutunup kalmak, meydanlarında, halaylarda
diz kırıp gülmek
varken;
sen sar ve sor bırakıp gitmek varken...

çünkü yalnız sana gelmiştim, dağılmıştım, sevmiştim;
kabaran belam, en umulmaz sularda vurgun yenilmiştim...

(artık sen... sen feride olsan da
bana böyle delice göz kırpan yeryüzüne kansan da
kansan da mahvolmuşum kız, mahvolmuşum!)

her yağmur bir gök bulur, elbet kendine;her yeşil bir dal, her su bir damla, her ateş
bir kül, her takvim bir yıl bulur elbet kendine!her yangın bir duman, her öğrenci bir
okul, her artı bir eksi, her yol bir taşıt, her soru bir yanıt;

her aragon bir fransa
her fransa bir elsa...

her Karacaoğlan bir zülüf bulur (yeter ki bakmayı bilin, her yarin bir zülfü vardır);
her ressam bir tuval, her kış bir ayaz, her kitap bir okur, her şarap bir adam bulur
kendine; yeter ki şarap, şarap olsun, içen çıkar...

her deniz bir martı, her ömür bir tufan, her rüya bir uyku, her nota bir şarkı, her
mezar bir ölüm, her ağaç bir kök, her dağ bir duman, her güneş doğacak bir
kuytuluk bulur ya kendine,
bulur ya;

ben
senden
başka
sen
bulamam
b u l a m a m!

paramparça kıldım şiirimi
bu kadar b(ölüm) yeter mi?
s
o
n
r
a

a
ş
k:
sonra!
ve ben gittim yüreğimde kan gülleri
siz de o aşkın teninde dinamit sayın beni!


Yılmaz Odabaşı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder